MALİYE
TEORİSİ
FACEBOOK BEĞEN https://www.facebook.com/pages/Kpss-A/521978807825836
Kamu maliyesi , devlet faaliyetlerini iktisadi ve mali yönden ele alan ve bu faaliyetlerin neden olduğu sorunlarına çözüm yolu arayan bir bilim dalıdır.
DEVLETİN Ekonomik
hayata müdahelesinin 5 nedeni vardır
1)
SOSYAL FAYDAYI MAXİMİZE ETMEK
Kamu sektörü özel
sektör gibi karını maximize etmeyi değil sosyal faydayı maximize etme amacı
güder
2)
KAMUSAL MALLARI YETERİNCE SUNMAK:
*Tam kamusal mallar: faydası birimlere
bölünemeyen ve kimsenin mahrum bırakılamayacağı mallardır. bu açıdan arz ve
talep e konu olmazlar. milli savunma ve adalet hizmetleri gibi. Özel
sektör tarafından üretilmediği için devlet bu hizmetleri bizzat kendi üretmesi
gerekmektedir.
*Yarı Kamusal Mal:
Faydası bölünebilen, pazarlanabilen ve topluma önemli ölçüde dışsal fayda
sağlamakta olan mallardır. Yarı kamusal malların klasik iki örneği Eğitim ve
Sağlıktır. Yarı kamusal mallar devletin asli hizmet alanı olmakla beraber bir
kısmını mesela sağlıkta özel hastahaneler ve poliklinikler gibi veya eğitimde
özel okullar örneğinde olduğu kendisinin gücünün yetmediği noktada tek
merkezden hizmet verilmesi yerine yarı-rekabete açık bir sektörde bu hizmetleri
halkın almasına imkân tanınan mallardır.
3)
DIŞSALLIK: ilk kez 1896
yılında KNUT WİCKSELL tarafından
dile getirilen kavram. Herhangi bir tüketim veya üretim aktivitesinden dolayı
üçüncü kişilerin etkilenmesidir. Dışsallık 2 türlü ortaya çıkabilir
a) Pozitif Dışsallık: üretim
veya tüketim yapan güç sahiplerinin çevreye sağladıkları yararlardır misal; bir
kasabaya çimento fabrikası açıldı. onun yarattığı iş hacmi, devlete verdiği
vergi, ülke üretimine sağladığı katkılar pozitif dışsallıklarıdır.
b) Negatif Dışsallık: üretim
veya tüketim yapan güç sahiplerinin çevreye sağladıkları zararlardır misal,
fabrikayı kurduğumuz kasabada daha önceden şarap üretiminde kullanılan üzümler
yetiştiriliyordu.fabrikayı kurunca buradan çıkan toz duman bu bağlara zarar
vermeye başladı.ürün kalitesi düştü.işte bu durum negatif dışsallıktır.
ÜRETİM
DIŞSALLIKLARI
Özel kesim faaliyeti
içinde herhangi bir üreticinin faaliyeti sonucunda, bireyin üretim ve tüketim
fonksiyonlarının değişmesidir. Üretim dışsallıkları üreticiden üreticiye
olumlu-olumsuz, üreticiden tüketiciye olumlu-olumsuz dışsallıklar şeklinde
olabilir.
-üreticiden
üreticiye pozitif dışsallıklar => bal üreticisinin meyve bahçesi sahiplerine ağaçlardaki tozlanmayla
katkıda bulunması.
-üreticiden
üreticiye negatif dışsallıklar => kimyasal madde üreten fabrikanın atıklarını nehre bırakması sonucu
oradaki çiftçilerin bundan olumsuz yönde etkilenmesi.
-üreticiden
tüketiciye pozitif dışsallık => Muğla ya kurulan termik santrali nedeniyle yeni yolların yapılması
-üreticiden
tüketiciye negatif dışsallık => Muğla da kurulan termik santralinin çevre kirliliğine neden olması
TÜKETİM
DIŞSALLIKLARI
Tüketicinin
faaliyetinin, diğer üretici ve tüketicilerin üretim ve tüketim fonksiyonlarında
değişmeye yol açması.
-tüketiciden
tüketiciye olumlu dışsallık => Çankaya da evinin etrafını botanik bahçesine
çevirmesiyle yoldan geçenlerin olumlu etkilenmesi
-tüketiciden
tüketiciye olumsuz dışsallık => Eski bir arabası olan kişinin egsozundan
çıkan sesin çevreyi rahatsız etmsi
-tüketiciden
üreticiye olumlu dışsallık => Tüketicinin aldığı mal için olumlu yorum yapması
-tüketiciden
üreticiye olumsuz dışsallık => Tüketicinin aldığı mal için
olumsuz yorum yapması
4)DOĞAL
TEKELLER
Tekelci piyasa yapıları içinde optimum kaynak dağılımı gerçekleşmez.
Kaynakların etkin dağılımının temel koşulu, piyasada tam rekabet olmasıdır.
Doğal tekel durumunun olduğu sektörler elektrik, su, demiryolu, posta ve
telefon hizmetleridir.
DEVLET FAALİYETLERİYLE İLGİLİ YAKLAŞIMLAR
20.Yüzyılın
başlarından itibaren kamu ekonomisinin milli ekonomi içindeki payı artma
eğilimi göstermiştir. GSMH içinde kamunun payının artmasının nedeni o yıllarda
görülmeye başlayan piyasa başarısızlıklarıdır. Devletin ekonomi içindeki
büyüklüğüne göre değişik yaklaşımlar vardır.
Klasik iktisatçıların ileri sürdükleri bir yaklaşım olup,
devletin ekonomik faaliyetlerinin minimum olmasını öngörür. 1760 ile 1780
yılları arasında Fransa’da ortaya çıkmış olan Fizyokratik düşünceden liberaller
etkilenmişlerdir. O nedenle Fizyokratlar, liberallerin öncüleri kabul edilir. Devlet
faaliyetlerinin asgari seviyede tutulmasını öngörür
Liberallerin düşüncelerini özet halinde Ekonomi her zaman tam istihdamdadır.
İnsanların homo economicus (şahsi menfaat) olduğu varsayımı vardır.
Ekonomide bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler düşüncesinin faydalı olduğuna
inanırlar. Say mahreçler yasasından bahsetmiştir.
Bu yaklaşım devletin, liberallerin varsayımlarında kendini
bulan klasik görevlerinin dışındaki bazı faaliyetlere de katılmasını
öngörmektedir. Ancak, devlet bu faaliyetlerde asli unsur değil tamamlayıcı
mahiyettedir.
İktisadi rasyonalite yaklaşımı kendi içinde üç farklı
şekilde tanımlanmıştır.
a) Bu
ayrımda bölünebilen ve bölünemeyen mal ayrımına bağlı olarak Samuelson
tarafından ileri sürülmüş bir teoridir. Samuelson’ a göre, devlet piyasada
üretilmesi mümkün olmayan mal ve hizmetleri üretmelidir. Yazara göre özellikle
devlet kamusal mal ve yarı kamusal malları üretmelidir. Yarı kamusal mallar
sadece piyasaya bırakılırsa eksiklik.
b)
İktisadi rasyonalite yaklaşımlarından biri de her ne kadar klasikler tam
rekabet koşullarında piyasa varsayımına sahip olsalar bile Cournot ve Chamberlin gibi
iktisatçılar eksik rekabet piyasalarının oluşabileceğini ileri
sürmüşlerdir. Bu durumda devlet eksik rekabetin oluştuğu sektör ve iş
alanlarını müdahele ederek oradaki eksik rekabet durumunu tam rekabete doğru
çekmelidir. Ancak rekabet sağlandıktan sonra devlet üretime devam etmemelidir.
Çünkü devlet burada da asli unsur değil tamamlayıcı unsurdur.
c) İktisadi
rasyonalite yaklaşımının üçüncü yaklaşımı ise maliyet mukayesesidir. Maliyet mukayesesi
yaklaşımı H. Brochier ve Tabatoni
tarafından ileri sürülmüştür. Bu yazarların Türkçeye de çevrilmiş ;”Maliye
İlmi” başlıklı kitapları da vardır. Bu yaklaşıma göre toplumun ihtiyacı olan
tüm mal ve hizmetleri listelenmeli devlet veya özel sektör hangisi daha ucuza
üretebilecekse üretim o alana bırakılmalıdır. Zaten bazı hizmetlerin devamlı
özel sektör tarafından, bazı hizmetlerin de devamlı kamu sektörü tarafından
üretilmesi gerektiği bellidir. Arada kalan bazı hizmetlerde bazen kamu bazen de
özel sektör maliyet avantajına sahip olabilir.
3. MUSGRAVE YAKLAŞIMI:
R.A Musgrave, bütçe politikası vasıtası ile devlet
faaliyetlerinin hangi alanlarda ve hangi amaçlarla sürdürülmesi gerekeceğine
dair yeni bir yaklaşım getirmiştir. Bu yeni görüşün temelde hareket
noktası kamu fonlarının etkin kullanımıdır. Etkinlik kavramından da anlaşılabileceği
gibi Musgrave de devletin müdahaleci fonksiyonlarının olmasını savunur. Yazara
göre, devlet geleneksel hizmetlerin dışında şu nedenlerden dolayı faaliyette
bulunmalıdır.
i) Sadece
fiyat mekanizması ile optimum kaynak dağılımı gerçekleşmez. Çünkü, milli
savunma ve benzeri toplumsal ihtiyaçların piyasadan karşılanması mümkün
değildir.
ii) Piyasa
tek başına adil gelir dağılımını sağlayamaz ondan dolayı devlet gelir ve onun
türevi olan servet dağılımını iyileştirmek için müdahalede bulunmalıdır. Bu
bağlamda devlet düşük gelirlileri desteklemelidir.
iii) Devlet kalkınma
ve büyüme için üzerine düşen vazifeleri ifa etmelidir.
Keynes’in düşünceleri doğrultusunda oluşmuş bir yaklaşımdır,
devletin ekonomiye müdahalesini öngörür. Ama Keynes’ten önce de iktisadi
düşünceler tarihinde müdahaleciliği savunan yaklaşımlar olmuştur.
Bu yaklaşıma göre devlet şu amaçlarla ekonomiye müdahale
etmelidir.
i)
Devlet ekonomik istikrarı sağlamalıdır. Ekonomi tam istihdam ve fiyat
istikrarına sahip ise istikrardan söz edilebilir.
ii) Devlet gelir
ve servet dağılımında adaleti sağlamalıdır.
iii) Devlet
ekonomik kalkınma ve büyümeye katkı yapmalıdır.
Bu yaklaşımda mülkiyet tümden devlete aittir. Tek müteşebbis
vardır, o da devlettir. O nedenle üretim merkezi planlama ile devlet tarafından
yapıları. Dağıtım da benzer şekilde devlet tarafından yapılır. İnsanların tümü
devletin işcisidir. İktisatta konuştuğumuz dört temel üretim faktörleri bu
sistemde devlet ve işci olmak üzere ikiye inmiştir. Ekonomide dinamizmin
yakalanması bu sistemde zordur.
Devlet konusu ele alındığında günümüzde iki farklı temel
yaklaşım olduğu görülmektedir.
Bunlardan birisi mekanik devlet yaklaşımı diğeri de organik devlet yaklaşımıdır.
Bunlardan birisi mekanik devlet yaklaşımı diğeri de organik devlet yaklaşımıdır.
Organik devlet yaklaşımına göre toplum, insan organizması gibi düşünülmektedir. Devlet bu organizmanın kalbi, bireyler ise parçasıdır. Birey ancak toplumun bir parçası olmakla önem kazanır. Bu görüşe göre toplumun, bireyin üzerinde olduğuna vurgu yapılır. Nasyonel Sosyalistlerin devlet anlayışı organik devlet görüşüne uyan bir örnektir. Nazizmde toplumdan ayrı bireysel bir dünya kabul edilmediği gibi, günlük hayatın her faaliyeti, ancak ve ancak, topluma hizmet ediyorsa bir önemi vardır.
Toplumun amacı devlet tarafından saptandığı gibi, devlet
toplumu bu amaç istikametinde yönlendirir. Bu açıdan her toplumun kendine göre
izlemesi gereken hedefleri birbirinden farklı olacaktır. Platon'a göre devletin
amacı, insan faaliyetlerinin her yönüyle rasyonel bir şekilde idare edildiği bir
'altın çağı' yakalamaktır. Hitler'e göre devletin amacı, ırkın arılığının
sağlandığı bir toplum oluşturmaktır. Lenin'e göre ise proleter devletin amacı,
tüm insanlığın sosyalizme ulaşması için çalışan ve sömürülen insanlara önderlik
yapmaktır.
Mekanik yaklaşımda Devlet halkın iyiliği için oluşturulduğu düşünüldüğünden, iyilik kavramının nasıl tanımlanacağı gündeme gelmektedir. Buradaki iyilik kavramının açıklanabilmesi için genel ilke, eğer devlet bireyleri şiddetten koruyorsa bu durum onların yararına hizmet ediyordur. Yoksa devlete sosyal ve ekonomik görevler yüklemek bireysel özgürlüğü kısıtlar. Devletin bireylerin şiddetinden korunması için güvenlik hizmetlerini vermemesini düşünmek toplumda anarşinin olmasına razı olmak demektir. Özel orduların çokça bulunduğu Lübnan ve K. İrlanda gibi ülkelerdeki hadiseler bu görüşü doğrular niteliktedir
Demokratik yaklaşımlardan olan mekanik yaklaşım, devletin
ekonomik işlevleri açısından minimal devlet, muhafazakar devlet ve sosyal
demokrat devlet olarak incelenecektir.
Minimal devlet anlayışını ilk formüle eden A. SMİTH devletin üç temel
fonksiyonunun olduğunu belirtir.
*Birincisi toplum ve bireylerin dışarıdan gelecek
zorbalıklardan korunması için gerekli olan milli savunma hizmetleridir.
*İkincisi bireyin diğer bireylerden gelebilecek
zorbalıklardan korunabilmesi için polis ve adalet hizmetlerinin sunulması.
*Üçüncüsü ise piyasa ekonomisinin alt yapısının kurulup
işletilmesi için gerekli bayındırlık hizmetleri. Klasik
Liberalizmin altın çağını yaşadığı 19. Yüzyıl boyunca ve 1.
Dünya Savaşı’na kadar çeşitli ülkelerde devletin ekonomik olarak büyüklüğü
GSMH’nın %10’nu aşmamıştır
2.
MUHAFAZAKAR DEVLET YAKLAŞIMI
Muhafazakar devlet yaklaşımının piyasa ekonomisine bakışı
Liberallere yakındır. Ama temelde Muhafazakarları Liberallerden ayıran bazı
hususlar vardır ki bunlar, devlete veya ilahi kudrete itaat fikri, hayır amacıyla
da olsa dayanışma düşüncesi, piyasa ekonomisine karşı geçmişten gelmiş olsa
bile bir ‘adil fiyat’ eğilimi vardır. Ayrıca Muhafazakarlarda istikrar adına da
olsa geleneğe ve mevcut kurumlara sahip çıkma gayreti mevcuttur.
KEYNES’in iki dünya savaşı arasında piyasa ekonomisinden taviz verdiği ve tam istihdam için devlet müdahalesini gerekli gördüğü dönemde muhafazakar partilerin de devletin piyasa ekonomisine tahsis, ekonomik istikrar ve bölüşüm amaçları ile gönülsüz de olsa müdahalesini kabullendiğini görmekteyiz. Zaten Muhafazakar Partiler cemaatlerden yola çıkmış oldukları için, kendi cemaatleri ile ve genel anlamda Kilise ile ilişkilerini sürdürürler
3. SOSYAL DEMOKRAT DEVLET YAKLAŞIMI
Sosyal Demokratlar, bireylerin özgürlüklerinin maddi
temelini gelir dağılımından aldıkları paya dayandırırlar. Bu nedenle bölüşüm
için piyasa ekonomisine müdahaleyi zorunlu görürler . Çünkü Sosyal
demokratlar bireylerin mutluluğu için ileri derecede devletin müdahalesine
inanmışlardır. Sosyal Demokratlarca savunulan devlet müdahalesi çok değişik
alanları içine almaktadır. Bu müdahaleler işyeri güvenliği regülasyonları,
taban fiyatları, asgari ücret, sağlığın ve eğitimin sosyalizasyonu, işsizlik ve
yoksulluk yardımları, devlet konutları gibi konulara kadar yayılmaktadır. Ama
devlet müdahalesi bireysel özgürlüğü kısıtlar eleştirisine karşı sosyal
demokratlar, özgürlük fiziksel zorun bulunmamasından çok daha ilerisini talep
eder demektedirler. Şöyle ki, dar gelirli bir insan gelirini istediği gibi
harcasa bile özgürlüğünün hacmi oldukça sınırlıdır. Sonuç olarak sosyal
demokratlar, tam istihdam için devletin müdahalesini gerekli görmekte, sosyal
refah devletini benimsemekte hatta geçmişte KİT’lerin varlığını ve planlamayı
savunmakta idiler
KAMU EKONOMİSİ VE KAMU MALİYESİ KAVRAMI
1950 öncesi dönemde kamu maliyesi denince devletin klasik görevlerini yerine getirirken yapmış olduğu faaliyetler ve bunların gelir gider dengesinin incelenmesi anlaşılırdı. Yine 1950 öncesinde kamu ekonomisi denince devletin yeni gelişen ekonomik ve sosyal alana müdahalede kullandığı kurum ve kuruluşlarının gelir gider analizi anlaşılmaktaydı. 1950 sonrası ve günümüzde kamu maliyesi ve kamu ekonomisi aynı anlamda ve her birisi ikisini kapsayacak şekilde anlaşılmaktadır. Kamu ekonomisini Dar ve Geniş anlamda olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Dar anlamda kamu ekonomisi (sektörü), merkezi idarî kuruluşları kapsar. Geniş anlamda kamu sektörü, merkezi idare, mahalli idare kuruluşları, parafiskal kuruluşlar ve kamu girişimlerini kapsamaktadır.
Kamu ekonomisinin bir ekonomi içindeki büyüklüğünü
ölçerken KAMU HARCAMALARI/MİLLİ GELİR yöntemi kullanılmaktadır.
a- Kamu sektörünün temel amacı kamu hizmetlerinin ifasıdır. Bundan dolayı her işte kamu sektöründe kârlılık ve maliyet unsuru gözetilmez. Özel sektörde temel amaç kar olmak zorundadır. Çünkü özel sektör bütçe kısıtı içerisindedir. Kar elde edemezse hayatiyetini sürdüremez.
b-Kamu sektöründe vergilerde olduğu gibi cebri finansman söz konusudur. Özel sektör ise ürettiği mal ve hizmetleri, halka, halkın rızası ile satarak finanse etmektedir ve bundan dolayı burada gönüllü finansman yöntemi geçerlidir.
c- Özel sektör kuruluşlarının her hangi birini ele aldığımız zaman kamu sektörü özel sektör kuruluşlarından her zaman büyüktür.
c- Kamu ekonomisinde gelirler giderlere göre ayarlanır. Özel ekonomide ise herkes ancak geliri kadar gider yapabilir.
d- Kamu sektöründeki tüm ekonomik birimleri yönlendiren hükümet olduğu için özel sektöre göre kamu sektörün ekonominin geneli üzerindeki etkisi daha büyüktür.
Yukarıda
devlet faaliyetleri ile ilgili yaklaşımları ele aldık. Şimdi biraz daha maliye
biliminin doğrudan konusu içine girip maliye ile ilgili yaklaşımları anlatalım.
KAMU MALİYESİ İLE İLGİLİ YAKLAŞIMLAR
Bu konuda geleneksel yaklaşım ve günümüz modern yaklaşımları
olmak üzere iki ana yaklaşım vardır.
A- GELENEKSEL (KLASİK)
YAKLAŞIMLAR:
1- Kurumsal Yaklaşım
Bu yaklaşıma göre devlet faaliyetleri hukuki ve idari
bakış açısına göre ele alınmaktadır. Yani kamu harcamaları dolayısı ile
devlet faaliyetlerinin analizi kanun tüzük vb dayandırılarak açıklanmaktadır,
verimlilik ve yerindelik pek önem arz etmemektedir.
2- Yapısal yaklaşım
Bu yaklaşım kamu faaliyetlerinin ekonomik analizinin
yapılmasını öngörmektedir. Buna göre kamu faaliyetlerinin kaynak dağılımına
etkisi, kamu faaliyetlerinin ekonomik etkinliği ve neden olduğu alternatif
maliyetler ele alınarak devlet faaliyetleri ekonominin genel yapısı içinde
değerlendirilir.
3-Değişim Yaklaşımı
PİQOU ve DALTON tarafından geliştirilmiştir. Bu yaklaşıma
göre kamu faaliyetlerinin optimum düzeyi, piyasa ekonomisindeki firma
teorisinde üretim seviyesi marjinal maliyetin marjinal hasılata eşit olduğu
noktada gerçekleştiği gibi burada da üretilen devlet hizmetlerinin marjinal
sosyal faydasının vergilerin neden olduğu marjinal sosyal maliyete eşit olduğu
nokta kamu harcamalarının, vergilerin ve devletin ekonomik hacmini
oluşturur.
4- Refah Yaklaşımı
Bu yaklaşıma göre kamu maliyesi aracılığı ile toplum refahının
maksimize edilmesi amaçlanmakta olup, devlet faaliyetleri ile hiç kimsenin
refahında azalma olmaksızın hiç olmazsa bir kişinin refahında artma
olabilmelidir.
5- Gelir Yaklaşımı
Bu yaklaşım fonksiyonel maliye ile ilgili olup her bir
devlet faaliyetinin milli gelir üzerinde artırıcı ve azaltıcı etkileri ele
alınmaktadır..
Yirminci asrın başında itibaren devlet ve maliye ile ilgili
yeni görüşler devamlı olarak geliştirilmiştir. Yüzyılın başında Alman
maliyecilerin önemli bir etkisi olsa bile gelişen zaman süreci içerisinde bir
çok bilim adamı maliyeye önemli katkılar sağlamıştır. Şimdi bunları ele
alalım..
1- Hukuki Yaklaşım
Bu yaklaşıma göre devlet faaliyetlerinin odak noktasını
hukuk ve kuramsal düzenlemeler oluşturmaktadır. Yani yasalar gözlüğü ile devlet
faaliyetlerinin analizinin yapılmasıdır. Bir anlamda geleneksel yaklaşımlardaki
kuramsal yaklaşımın günümüzdeki iz düşümüdür.
2- İktisadi Yaklaşım
Bu yaklaşımda devletin ekonomik maliyeti yani vergi ve
benzeri nitelikteki mali yük uygulamaları ve borçlanma aracılığıyla yarattığı
ekonomik etkileri ön planda tutulmaktadır. Buradan hareketle kısadan geleneksel
yaklaşımdaki yapısal, değişim, refah ve gelir yaklaşımlarının hepsinin
izdüşümüdür.
3- Siyasal Yaklaşım
Bu yaklaşım daha çok BUCHANAN’ın
ismi ile bilinir. Ama HAYEK VE TULLOCK
gibi iktisatçılarda bu yaklaşıma önemli katkılarda bulunmuşlardır. Buhanan’ın
teorisi Kamu Tercihi(Public Choice) ismini taşımaktadır. Bu teoriye göre siyasi
iktidarın merkezi olan yasama organı ile ekonomik iktidarın merkezi olan piyasa
birbirlerinin işlerine karışmamalıdır. Gerçek güçler ayrılığı ancak bu şekilde
sağlanır. Bunun sağlanabilmesi için yasama organın ekonomik konulardaki karar
alma yetkisi anayasa ile sınırlandırılmalıdır. Böylelikle yasama organına hakim
olan siyasi iktidar yasama sürecini popülizme alet edemeyecektir, diğer
taraftan piyasa güçleri meclisin işlerine karışamayacaktır.
4- Psikolojik ve Sosyolojik Yaklaşım
İktisat ve maliye politikaları uygulanırken, ülkelerin
psikolojik ve sosyolojik yapılarına adapte etmek için gerekli değişiklikler
yapılarak uygulanmalıdır.
KAMU EKONOMİSİNDE ÜRETİLEN MAL VE HİZMETLER
1- Toplumsal (Kamusal) Mal ve Hizmetler
2-
Yarı toplumsal (Yarı kamusal) Mal ve Hizmetler
3-
Özel Mal ve Hizmetler
4-
Erdemli Mal ve Hizmetler
5-
Klüp mal ve hizmetler
Şimdi de kamu ekonomisinde üretilen mal ve hizmetlerin özelliklerini anlatalım.
1. TOPLUMSAL (KAMUSAL) MAL VE HİZMETLER
İnsan sosyal bir varlık olduğu için tarihin seyri içinde
olduğu gibi günümüzde de topluluk halinde yaşanmaktadır. Birlikte yaşamanın
getirdiği herkese fayda sağlayan yerine getirilmediği zaman herkese zarar veren
ihtiyaçlar vardır. Bu tür ihtiyaçlara toplumsal(sosyal, kamusal, kolletif,
bölünmez) ihtiyaçlar denmektedir. Bu ihtiyaçları karşılamaya yönelik mal ve
hizmetlere benzer şekilde toplumsal ya da kamusal mal ve hizmet denilmektedir.
Bu tür mal ve hizmetlerin faydası bölünemez ve dışlama olgusu yoktur. Örneğin
vergi vermeyen savunma hizmetlerinden yararlanmasın denilemez. Denilse bile
uygulama imkanı yoktur. Kollektif mal ve hizmet de denen bu malların üretim
kararları siyasi süreç ile verilir, bütçe mekanizması ile hayatiyete geçirilir.
Bu tür mal ve hizmetlerin özelliklerini şöyle
sıralayabiliriz:
a) Ortaya çıkan fayda, toplum bireyleri arasında bölünemez.
b) Sadece devlet tarafından üretilir. Yani piyasa konusu
olamaz. Savunma piyasa aktörlerine bırakılmaz. Kurtuluş savaşında bile düzenli
ordu kurmak birinci öncelik olmuştur.
c) Kamusal mal ve hizmetlerin üretimi ile ilgili kararlar,
oy mekanizması ile yani siyasal süreç ile alınır.
d) Bu mallarda birlikte tüketim söz konusu olduğu için
faydadan kimse mahrum bırakılamaz.
e) Bu mal ve hizmetler fiyatlandırılamaz. Çünkü bölünemez
mal ve hizmettir. Bu mal ve hizmetlerin fiyatı nedir dendiği zaman maliyetleri
hangi yöntemle sağlanır anlamına gelir. Bu mallar cebri finansman yönteme olan
vergiler ile finanse edilir.
d) Kamusal nitelikteki ihtiyaçları karşılamaya yöneliktir.
Bunlar savunma, güvenlik, diplomasi, temel alt yapı gibi ihtiyaçlardır.
e) Tüketimde bireylerin arasında rekabet yoktur. Çünkü
ortada paylaşacak bir durum yoktur. Faydada bölünemezlik söz konusudur.
f) Bu tür mal ve hizmetler dışsal ekonomiler oluştururlar.
Kollektif mal ve hizmetlere örnek olarak, Milli Savunma
Hizmetleri, Adalet Hizmetleri, Zorunlu İlköğretim Hizmetlerini, temel alt yapı
hizmetlerini verebiliriz.
2. YARI TOPLUMSAL (YARI KAMUSAL) MAL
VE HİZMETLER
Direkt tüketene özel mal ve hizmet gibi topluma da kamusal
mal ve hizmet gibi fayda sağlayan mal ve hizmetlere yarı kamusal mal ve hizmet
denir. Bu mal ve hizmetlerin faydası bölünebilir. Hem özel sektör tarafından
üretilebilir hem de devlet tarafından üretilebilir. Bazı devletler bu
hizmetleri bedava sunarken bazıları kısmen para veya bazıları para ile
sunmaktadır. Bunlara örnek olarak eğitim,sağlık parklar, otoyolları verebiliriz
. Verdiğimiz örnekleri tanımla ilişkilendirecek olursak; eğitim hizmet
alan kendine özel fayda sağladığı gibi topluma da dışsal fayda oluşturur.
Sağlık beşeri sermayeye yatırımdır. Park gibi ortak kullanıma sunulan
hizmetlerde hem özel fayda hem de kamusal fayda (dışsallıklar) birlikte
gerçekleşmektedir..
Optimum Hizmet
Alanı
Bölgesel sosyal malve hizmetler için faydalanmayı sınırlayan etmen, hizmetin dağıldığı alanın genişliğidir. Yapılan teorik çalışmalarda her hizmetin görülebileceği optimum yönetim alanı belirlenmeye çalışılmaktadır.
Bölgesel sosyal malve hizmetler için faydalanmayı sınırlayan etmen, hizmetin dağıldığı alanın genişliğidir. Yapılan teorik çalışmalarda her hizmetin görülebileceği optimum yönetim alanı belirlenmeye çalışılmaktadır.
Tiebout
modeli, optimal yerinden
yönetim ile ilgili çalışmalardan üzerinde en çok durulan ve varsayımları ile de
çok tartışılan bir modeldir. Tiebout mali sistem modelinin temeldeki dayanağı,
yerel nitelikteki sosyal mallara olan tercihin açıklanması ve yerel nitelikteki
sosyal malların etkin sunumunun saglanmasıdır.
Tiebout modelinin dayandığı varsayımlar şunlardır;
Tiebout modelinin dayandığı varsayımlar şunlardır;
i. Kişiler, yerel vergiler, gelir ve harcama
yapıları hakkında her türlü bilgiye sahiptir,
ii. Tüketicilerin aralarında seçim yapabileceği çok sayıda topluluk vardır ve bu topluluklar arasındaki göçlerin bireylere maliyeti yoktur. Tüketiciler ortaya koydukları tüketim tercihlerini en iyi tatmin eden topluluğa taşınabilirler. Diğer bir deyişle etkin bir kamu hizmetinin sunumu, aynı türde kamusal mal tercihleri olan bireylerin belli yönetim bölgelerinde toplanmalarını gerektirir. Bu husus, bireylerin tercihlerine uygun çevreyi aramaları için bölgelerarasında hareket edebilme eğiliminden kaynaklanır. Bu "dolaşarak oylama" veya "ayakları ile oy verme" (voting with your feet) süreci yoluyla, bireyler sosyal mallar konusunda belli tercih kümelerine sahip bireylerin yaşadığı yönetim birimlerini arayıp bulacaklardır,
iii. Kamu hizmetlerinin hiçbirisi dışsallıklara
sahip değildir,
iv. Topluluklara sunulan her hizmete karşılık gelen optimal bir topluluk büyüklüğü (optimal community size) vardır. Bu optimum, firmaların ortalama maliyet eğrilerine benzer şekilde, her hizmet demetinin üretilebildiği en düşük ortalama maliyet ile belirlenmektedir,
iv. Topluluklara sunulan her hizmete karşılık gelen optimal bir topluluk büyüklüğü (optimal community size) vardır. Bu optimum, firmaların ortalama maliyet eğrilerine benzer şekilde, her hizmet demetinin üretilebildiği en düşük ortalama maliyet ile belirlenmektedir,
v. Optimum büyüklüğün altında kalan yerleşim
birimleri yeni sakinleri kendi birimlerine çekmek isterlerken, optimum
büyüklüğün üzerinde kalanlar ise tam tersini yapacaklardır.
Tiebout dengesinde
bu eş tercihli toplulukların büyüklüğünün sınırlarını kalabalıklaşma maliyeti
belirlemektedir. " Belli bir bölgede topluma bölünmez nitelikte bir kamu
hizmetinin sunulduğunu ve bu hizmetim maliyetinin sabit olduğunu varsayalım. Bu
durumda her ilave nüfus, kişi başına ve ortalama marjinal maliyetin düşmesine
sebep olacaktır. Buna karşılık nüfusun sayısı arttıkça, bu artış sunulan
hizmetin kalitesini düşerecektir. Kalabalıklaşma maliyeti olarak isimlendirilen
bu durum aslında bir negatif dışsallıktır" Diğer bir ifadeyle, topluluk sınırı, marjinal
maliyet tasarrufunun, marjinal bölge sakinlerinin ortaya çıkaracağı marjinal
kalabalıklaşma maliyetine eşit olduğu noktaya kadar genişleyecektir.
Dolayısıyla her yönetim bölgesinin büyüklüğü, kamu hizmetlerinin en düşük ortalama
kalabalıklaşma maliyeti artı vergi maliyetleri noktasına göre belirlenecektir
Tiebout, böyle bir
mekanizmanın daha çok kırsal tipi yerleşmelerde mümkün olacağını söylerken
R.Musgrave alanlar içerisinde de yer
seçimi kararlarının, bu kararları etkileyen diğer faktörlerin aşağı yukarı aynı
olması durumunda uygulanabilir olacağını belirtmektedir. Zadrow, hipotezin
homojen küçük bölgelerde faydalı olmakla birlikte, yerinden yönetilen mali
sistemin sosyal malların arzında etkinliği sağlamada yardımcı olmasına rağmen
gerçeği tam olarak yansıtmadığı da düşünülmelidir şeklinde bir yorumda bulunmaktadır
Hughes, Tiebout etkisinin yerinden yönetim sonucu refah kazancını arttırdığını ileri sürer. Hanehalkının yerleşim birimleri arasında akışkanlığı, yerel yönetimlerden istenen hizmetleri ile yerel yönetim politikalarını etkilemekte ve farklı bölgelerde de olsa benzer istekler oluşmaktadır. Bu da benzer isteklerin giderek homojenlik kazanmasına neden olur diyerek Tiebout modeline destek vermektedir
Aaronson ve Schwartz (1973) ile Aaronson (1974) çalışmalarında Amerika ve İngiltere'de yarı kamusal mallar ve vergi oranlarının nüfusun yönetim birimleri arasında dağılımını etkilediğini ve yerleşim birimleri arasındaki akışkanlık üzerinde etkili olduğunu belirtmektedir.
Tiebout modelinde, kişi başına gelirlerin eşit
olduğu, devletin yeniden gelir dağılımı fonksiyonunu yerine getirmediği ve
devletin ister merkezi ister yerel düzeyde olsun, fonksiyonun yalnızca kaynak
dağılımına ilişkin olduğu varsayılmaktadır.
Tiebout modeli
gerçekçi olmayan varsayımlar yapmakta ve devletin fonksiyonlarını oldukça
sınırlı bir şekilde ele almaktadır.Devlet fonksiyonlarının geleneksel kaynak
dağılımı gelir bölüşümü ve istikrar amaçlarını içerecek şekilde genişletilmesi
gözardı edilmektedir
Modeli önemli hale
getiren, varsayımlar ve önermelerden daha çok, neo-klasik yaklaşımın bireysel
tercihlerden yola çıkan kamu malı tahsisine uygun bir yerinden yönetim çözümü
önermesidir. Modelin varsayımları yoğun bir şekilde eleştirilmiştir. Stiglitz
(1977), Scotchmer (1985), Bewley (1979) ve (1981), Epple ve Zelenitz (1981), Helpman
(1988), Qates (1969), Gronberg (1979) Tiebout modeli çerçevesinde pek çok
amprik çalışma yapmışlardır. Bu çalışmalarda Tiebout tipi modelin denge
koşullarını sağlamadığını, sağladığı durumlarda ise etkin olmadığını ileri
sürmüşlerdir
G.F.Break bu
konuyu belli bir sistematik yapı içerisinde ele alarak yerel hizmet
programlarını üç temel ölçüte göre çözümlemeye çalışmakta, bunların yürütülmesi
ile denetlenmesi aşamalarında yerellik ve bölgesellik boyutlarını açıklamaya
çalışmaktadır .
Break'in üçe indirgediği ölçütler sırasıyla
şunlardır:
i. Hizmetlerde ölçek ekonomileri
ii. Hizmetlerin
yararlarının dışa taşması
iii. Siyasal katılıma yatkınlık
Bu çözümlemede,
ekonomik içerikli ölçütlerin uygulanmasında bir dizi sorun vardır. Bir yerel
yönetim biriminin ürettiği belli bir hizmetin toplumsal faydasından ne
kadarının diğer bir yerel yönetim birimi tarafından kullanıldığının saptanması
her zaman olası değildir. Aynı şekilde bir temel hizmetin sunumu bir dizi alt
işlevleri de içerdiğinden her bir alt hizmetin diğer topluluklara taşan
yararının saptanması güçtür. Benzer bir güçlük çevre yönetimlerin
faaliyetlerinden bu yönetime yansıyan toplumsal maliyetlerin ve dışşallıkların
ölçülebilmesinde de söz konusudur. Çünkü fayda veya maliyetlerin tamamı ile
ortadan kaldırılması oldukça güçtür. Yerel yönetimlerce görülen hizmetlerden
hangilerinin yerel ölçekte, hangilerinin bölgesel ölçekte sunulması konusundaki
diğer bir zorlukta bu hizmetlerin homojen olmayıp bir dizi alt hizmetleri ve
uzmanlıkları içermesidir
Yerel ve bölgesel yönetimlerde her bir yerleşim birimi için optimal büyüklüğü belirleyecek tek bir yanıt bulmak güç görünmektedir. Ülkenin ya da bölgenin ekonomik gelişmişlik ölçütü, coğrafi özellikleri, ülkede var olan yerinden yönetim sisteminin şekli ve merkezi idare ile ilişkisi, toplumun siyasi karar alma sürecine katılımı ve kararların uygulama sürecindeki duyarlılığı, değişik yerel yönetim birimlerinin mali, idari ve teknik konulardaki farklı yapıları ve daha da önemlisi ülke düzeyindeki makro politikalar ile gösterdiği iç içelik gibi nedenler optimal büyüklüğün sağlıklı tesbiti önündeki ciddi engeller olarak görünmektedir.
3. ÖZEL MAL VE HİZMETLER
Bu tür mal ve hizmetler özel sektörde üretilebildiği gibi
kamu sektöründe de üretilebilir. Özel sektörde üretildiği zaman zaten para ile
piyasaya sunulur. Kamu sektörü de bu mal ve hizmetleri para ile sunmaktadır.
Özel mal ve hizmetlerin özellikleri:
a) Bedel ödenmeden
bu mal ve hizmetlerden yararlanma imkanı yoktur.
b) Faydaları
toplumdaki bireyler arasında bölünebilir.
c) Tüketimle
sona erer.
d) Doğrudan
bireysel ihtiyaçları karşılamaya yöneliktir.
Örneğin, gıda maddeleri, elektrik, su, evlere telefon
hizmetinin sunumu özel mal ve hizmetlerdir.
4. ERDEMLİ
MAL VE HİZMETLER
Toplumun belli bir kesimine devletin erdem içerikli özel mal
ve hizmet sunmasıdır. Örneğin; fakirlere
yapılan yardımlar, yaşlılara yapılan yardımlar, öğrenci bursları, çiftçi
yardımları vb. bu tür mal ve hizmetin fiyatlandırılması vergiler ile
olur.
5. Klüp mal ve hizmetler
Sınırlı sayıdaki üyelerine mal ve hizmet sunan dernek,
vakıf, klüp, kooperatifler gibi kuruluşların üyelerine yönelik olarak sunmuş oldukları
mal ve hizmetlerdir. Az sayıda benzer zevklere sahip kişilerin oluşturdukları,
gönüllü kuruluşlar tarafından sunulan mal ve hizmetlerdir.
Örnek olarak, tenis, golf klüpleri, su sporları klüpleri,
tüketim, üretim yapı kooperatiflerinin üyelerine ucuz mal ve hizmet tedarik
etmesi verilebilir.
KAMU
EKONOMİSİNDE KARAR ALMA VE OYLAMA YÖNTEMLERİ
Ekonominin işleyişi iki farklı süreç
içerisinde gerçekleşmektedir. Her iki kesimde üretilen malların arz ve
talebinin belirlenmesinde farklı nitelikler taşımaktadır.
Piyasa ekonomisinde arz ve talebi
düzenleyen fiyat mekanizmasıdır. Bir ekonomide üreticiler, hangi mal ve
hizmetleri ve ne miktarda üreteceklerini, kişisel taleplerin toplamını dikkate
alarak kendileri belirler. Kamu ekonomisinde ise kamusal arz ve talebin fiyat
mekanizması (fiyat süreci) aracılığıyla belirlenmesi söz konusu olamamaktadır.
Çünkü kamusal malların temel özelliklerinden dolayı (bölünmezlik ve
pazarlanmazlık) bireyler bu mallara olan tercihlerini çoğunlukla açıklamak
istemezler.Çünkü bireyler tercihlerini açıklamasalar da kamusal ve hizmetlerden
yararlanacaklarını bilmektedirler. Kamu kesiminde bu durum “Bedavacılık
sorunu(free rider)” olarak adlandırılmaktadır.
Kamu ekonomisinde üretilecek malların neler olacağı ve ne
miktarda üretileceği vb sorunlar fiyat sürecinden farklı bir “siyasal süreç”
aracılığıyla yapılır.
Demokratik sistemlerde siyasal süreç başlıca 4 unsurdan
oluşur.
TEMSİLİ DEMOKRASİ
SEÇMENLER
SİYASAL
PARTİLER
BÜROKRASİ
ÇIKAR
GRUPLARI
OYLAMA YÖNTEMLERİ
|
OYBİRLİĞİ KURALI
|
OYÇOKLUĞU(ÇOĞUNLUK) KURALI
|
PUANLI OYLAMA KURALI
|
NOKTA OYLAMASI KURALI
|
BORDA KURALI
|
OY TİCARETİ
|
DOWNS MODELİ
|
ROMER-ROSENTHAL MODELİ
|
1.
OY BİRLİĞİ KURALI
İsveçli iktisatçı KNUT WİCKSELL kamu ekonomisinde pareto
optimumun sağlanabilmesi için (Pareto optimumuna göre, toplumdaki
bireylerden birinin refahını azaltmadan, diğer bireylerin refahlarını artırmak
mümkün değilse toplumun refahı optimumdur.) siyasal karar alma sürecinde oy
birliği ilkesinin geçerli olması gerektiğini ortaya atmıştır.
Kamusal kararlar alınırken bireysel
tercihleri bağdaştırmada kullanılan en adil oylama yöntemi oybirliğidir.
Kamusal kararların alınmasında
oybirliği ilkesinin uygulanması durumunda, tüm bireylerin tercihlerinin aynı
olması gerekir. Diğer bir ifade ile oylamaya katılanlar arasında tam bir görüş
birliği sağlanmalıdır .Buna “mutlak oy birliği kuralı” denir.
Oybirliği kuralının en önemli avantajı, diğer oylama
yöntemlerinde ortaya çıkan azınlık tercihlerinin toplumsal tercihe yansımasına
engelleme olayının söz konusunun olmamasıdır. Ancak bu yöntemde tek bir kişinin
bile karara muhalefeti kararın alınmasını engellemektedir. Bu sebeplerle
oybirliği ilkesini pratikte uygulama imkanı pek fazla bulunmamaktadır.
Oybirliği kuralı başlıca şu nedenlerden dolayı uygulanabilir
bir oylama yöntemi değildir
1. Oybirliğine ulaşmanın maliyeti
yüksektir. Bu bakımdan seçmenler oybirliğinden başka bir oylama kuralına tercih
edecektir.
2. Oybirliği kuralı uygulandığı
takdirde, bunun sonuçları bireyler arasında farklı olacaktır. Bireyler
anlaşmaya ulaşmadaki eğilimlerinden vazgeçeceklerdir.
3. Oybirliğine ulaşmayı hedef alan
bir karar verme yöntemi istikrarlı olamayacaktır. Oybirliği kuralının
benimsenmesi halinde durumlarını iyileştiremeyeceklerini düşünen bazı kimseler
ile demokrasiden yana olmayan kimseler oybirliği ile anlaşmaya ulaşılmasına
engel olacaklardır.
KNUT WİCKSELL mutlak
oybirliğinin uygulanabilirliğinin zayıflığı sebebiyle oylamada nisbi oybirliği
kuralının uygulanmasını önermiştir. Buna göre oylamada toplam oyların ¾, 5/6
yada 9/10 u biçiminde bir sonuç çıkarsa bu durumda nisbi oybirliği ilkesine
uygun olarak karar almak imkan dahilinde olur.
2.
OY ÇOKLUĞU (ÇOĞUNLUK)
KURALI
Günümüz demokrasilerinde en yaygın
oylama yöntemi oyçokluğu(çoğunluk) yöntemidir. Oylamaya katılan bireylerin
yarısından bir fazlasının oyunun alınması gereklidir. Buna basit çoğunluk
kuralı adı verilmektedir.
İkinci ve yaygın bir kuralda, mutlak
çoğunluk kuralıdır. Mutlak çoğunluk kuralında tüm seçeneklerin ortaya konması,
her seçmenin tek oyunun olması ve seçmenlerin oylarını birinci tercihlerine
göre kullanmaları söz konusu olmaktadır. Ancak kazanabilmek için bir seçeneğin
mutlak çoğunluğu elde etmesi zorunludur.
Çoğunluk kuralı aday çokluğunda,
düşük bir oy oranı ile seçimi kazanma olasılığını yok etmektedir.
En yaygın model olarak kullanılsa da
bu kuralın etkin şekilde uygulanmasının önünde bir takım engeller söz
konusudur.
} KENNETH ARROW çoğunluk kuralının
uygulanması halinde tutarlı ve rasyonel kamusal kararların alınamayacağını
söylemektedir. Bu durum ARROW PARADOKSU olarak
tanımlanmaktadır.Diğer bir ifade ile Arrow Paradoksu(Arrow çıkmazı) çoğunluk
kuralı uygulaması halinde bireysel tercih sıralamasından toplumsal tercihlere
ulaşılamayacağını ifade etmektedir.
}
Arrow’a göre oylamaya katılan
bireyleri tercih sıralamasında uzlaşmaları mümkün değildir.Bu duruma “Çok
zirveli bir tercih sıralaması “ adı verilir.
İngiliz İktisatçı BLACK yaptığı
çalışmada tüm bireysel tercihler tek zirve çıkacak şekilde sıralandığı
takdirde, çoğunluk ilkesinin sonucunun daima gruptaki ortalama seçmenin
tercihlerine karşılık geleceğini belirtmiştir. Ortanca seçmen grubunun
tercihleri toplumsal tercihlerin bir yansıması şeklindedir.
3. PUANLI
OYLAMA KURALI
Puanlı oylama yönteminde
her ferdin belirli bir puanı(oyu) vardır. Bu puanı bireyler çeşitli alternatif
tercihler arasında istedikleri şekilde kullanabilmektedirler. Ancak fertlerin
her alternatif tercihe mutlak puan vermeleri zorunluluğu vardır. Oylama
sonucunda en fazla puanı alan alternatif kazanmış olur.
4.
NOKTA UYGULAMASI KURALI
Nokta
oylaması esasen puanlı oylama yöntemine benzeyen bir yöntemdir. Bu oylamada her
bireyin belirli bir puanı vardır ve bireyler sahip oldukları puanlarını
alternatif politikalar arasında dağıtırlar. Fakat puanlı oylamadan farklı
olarak bireylerin alternatif politikalara hiç puan vermemeleri imkanı söz
konusu olabilmektedir. İlave olarak bu yöntemde tercihlerin ağırlığını ve
önemini daha da belirgin kılmak için toplam oy sayısı, puanlı oylama yöntemine
göre oldukça fazladır.
5. BORDA KURALI
} Bu kural JEAN-CHARLES DE BORDA tarafından ortaya atıldığından kendi adıyla
anılmaktadır. Bu kurala göre seçmenin tercih sıralamasında m tane önerinin her
birine 1’den m’e kadar puanlar verilmektedir. Daha sonra bütün seçmenlerin her
bir öneri için verdikleri puanlar toplanmakta ve en yüksek puanı alan öneri “kazanan
öneri” olarak ilan edilmektedir.
}
Bilindiği kadarıyla, Borda
kuralı ve benzeri puanlama metotları herhangi bir halk seçiminde
kullanılmamıştır, fakat birçok özel kuruluşta bu yöntemden yararlanılmıştır
6. TARAF
TUTMA MODELİ
Koalisyon
hükümetlerinin nasıl karar aldıklarını açıklamasına katkı sağlayan bir
yöntemdir. Günümüzde pek çok ülkede siyasi partiler parlamentolarda tek
başlarına çoğunluğu sağlayamadıklarından siyasal kararlar çoğu kez azınlık
hükümetleri tarafından alınmaktadır. Bu durumda, kararlar alınırken, azınlık
tercihleri çoğunluk tercihlerine üstün tutulur gibi bir hal ortaya çıkmaktadır.
Ancak, bu durumda kararların alınması için, çoğunluğu sağlayacak bir şekilde
azınlık hükümetinin meclisin diğer üyelerinin desteğini alması gerekmektedir.
7. OY
TİCARETİ
Parlamentoyu
oluşturan siyasi partilerin karşılıklı olarak çıkarları doğrultusunda
anlaşmalarını ifade eden oy ticareti kavramı, parlamento içinde partiler
arasında olabileceği gibi, seçmenler arasında, seçmenlerin karşılıklı olarak
pazarlık yapmak suretiyle anlaşmaları seklinde de görülebilmektedir.
8. DOWNS
MODELİ
Bu
modele göre seçmenlerin ve sorunların çok sayıda olması nedeniyle doğrudan
demokrasi imkansızdır. Seçmenler gibi temsilciler de kendi faydalarını
maksimize etmek isterler. Downs partilerin politikalarını politika
düzenlemekten ziyade, seçimi kazanmak için politika oluşturduklarını açıklamış
ve aynı varsayım genel olarak literatürde yer almıştır.
9. ROMER-ROSENTHAL MODELİ
ROMER-ROSENTHAL,
seçmenlerle bürokratların birbirini etkilediği varsayımından hareketle bir
model ortaya koymuşlardır. ROMER-ROSENTHAL modelinde bürokrasinin seçmenleri
belli bir kuramsal ortam içinde tercih ettikleri düzeyden daha yükseğini tercih
etmeye ikna edebilecekleri öne sürülmüştür. Modelde bürokratların her seçim
bölgesini tanıdıkları varsayımı ile hareket edilmiştir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder