Sayfalar

11 Aralık 2012 Salı

MALİYE 1 MALİYE TEORİSİ



MALİYE TEORİSİ 

Kamu maliyesi , devlet faaliyetlerini iktisadi ve mali yönden ele alan ve bu faaliyetlerin neden olduğu sorunlarına çözüm yolu arayan bir bilim dalıdır.

DEVLETİN Ekonomik hayata müdahelesinin 5 nedeni vardır

1) SOSYAL FAYDAYI MAXİMİZE ETMEK
 Kamu sektörü özel sektör gibi karını maximize etmeyi değil sosyal faydayı maximize etme amacı güder

2) KAMUSAL MALLARI YETERİNCE SUNMAK:

*Tam kamusal mallar: faydası birimlere bölünemeyen ve kimsenin mahrum bırakılamayacağı mallardır. bu açıdan arz ve talep e konu olmazlar. milli savunma ve adalet hizmetleri gibi. Özel sektör tarafından üretilmediği için devlet bu hizmetleri bizzat kendi üretmesi gerekmektedir.

*Yarı Kamusal Mal: Faydası bölünebilen, pazarlanabilen ve topluma önemli ölçüde dışsal fayda sağlamakta olan mallardır. Yarı kamusal malların klasik iki örneği Eğitim ve Sağlıktır. Yarı kamusal mallar devletin asli hizmet alanı olmakla beraber bir kısmını mesela sağlıkta özel hastahaneler ve poliklinikler gibi veya eğitimde özel okullar örneğinde olduğu kendisinin gücünün yetmediği noktada tek merkezden hizmet verilmesi yerine yarı-rekabete açık bir sektörde bu hizmetleri halkın almasına imkân tanınan mallardır.

3) DIŞSALLIK: ilk kez 1896 yılında KNUT WİCKSELL tarafından dile getirilen kavram. Herhangi bir tüketim veya üretim aktivitesinden dolayı üçüncü kişilerin etkilenmesidir. Dışsallık 2 türlü ortaya çıkabilir

a) Pozitif Dışsallık: üretim veya tüketim yapan güç sahiplerinin çevreye sağladıkları yararlardır misal; bir kasabaya çimento fabrikası açıldı. onun yarattığı iş hacmi, devlete verdiği vergi, ülke üretimine sağladığı katkılar pozitif dışsallıklarıdır.

b) Negatif Dışsallık: üretim veya tüketim yapan güç sahiplerinin çevreye sağladıkları zararlardır misal, fabrikayı kurduğumuz kasabada daha önceden şarap üretiminde kullanılan üzümler yetiştiriliyordu.fabrikayı kurunca buradan çıkan toz duman bu bağlara zarar vermeye başladı.ürün kalitesi düştü.işte bu durum negatif dışsallıktır.

ÜRETİM DIŞSALLIKLARI
Özel kesim faaliyeti içinde herhangi bir üreticinin faaliyeti sonucunda, bireyin üretim ve tüketim fonksiyonlarının değişmesidir. Üretim dışsallıkları üreticiden üreticiye olumlu-olumsuz, üreticiden tüketiciye olumlu-olumsuz dışsallıklar şeklinde olabilir.
-üreticiden üreticiye pozitif dışsallıklar => bal üreticisinin meyve bahçesi sahiplerine ağaçlardaki tozlanmayla katkıda bulunması.
-üreticiden üreticiye negatif dışsallıklar => kimyasal madde üreten fabrikanın atıklarını nehre bırakması sonucu oradaki çiftçilerin bundan olumsuz yönde etkilenmesi.
-üreticiden tüketiciye pozitif dışsallık => Muğla ya kurulan termik santrali nedeniyle yeni yolların yapılması
-üreticiden tüketiciye negatif dışsallık => Muğla da kurulan termik santralinin çevre kirliliğine neden olması

TÜKETİM DIŞSALLIKLARI
Tüketicinin faaliyetinin, diğer üretici ve tüketicilerin üretim ve tüketim fonksiyonlarında değişmeye yol açması.
-tüketiciden tüketiciye olumlu dışsallık => Çankaya da evinin etrafını botanik bahçesine çevirmesiyle yoldan geçenlerin olumlu etkilenmesi
-tüketiciden tüketiciye olumsuz dışsallık => Eski bir arabası olan kişinin egsozundan çıkan sesin çevreyi rahatsız etmsi
-tüketiciden üreticiye olumlu dışsallık =>  Tüketicinin aldığı mal için olumlu yorum yapması
-tüketiciden üreticiye olumsuz dışsallık => Tüketicinin aldığı mal için olumsuz yorum yapması

4)DOĞAL TEKELLER
Tekelci piyasa yapıları içinde optimum kaynak dağılımı gerçekleşmez. Kaynakların etkin dağılımının temel koşulu, piyasada tam rekabet olmasıdır. Doğal tekel durumunun olduğu sektörler elektrik, su, demiryolu, posta ve telefon hizmetleridir.

DEVLET FAALİYETLERİYLE İLGİLİ YAKLAŞIMLAR
20.Yüzyılın başlarından itibaren kamu ekonomisinin milli ekonomi içindeki payı artma eğilimi göstermiştir. GSMH içinde kamunun payının artmasının nedeni o yıllarda görülmeye başlayan piyasa başarısızlıklarıdır. Devletin ekonomi içindeki büyüklüğüne göre değişik yaklaşımlar vardır.

1. LİBERAL YAKLAŞIM
Klasik iktisatçıların ileri sürdükleri bir yaklaşım olup, devletin ekonomik faaliyetlerinin minimum olmasını öngörür. 1760 ile 1780 yılları arasında Fransa’da ortaya çıkmış olan Fizyokratik düşünceden liberaller etkilenmişlerdir. O nedenle Fizyokratlar, liberallerin öncüleri kabul edilir. Devlet faaliyetlerinin asgari seviyede tutulmasını öngörür
Liberallerin düşüncelerini özet halinde  Ekonomi her zaman tam istihdamdadır. İnsanların homo economicus (şahsi menfaat) olduğu varsayımı vardır. Ekonomide bırakınız yapsınlar bırakınız geçsinler düşüncesinin faydalı olduğuna inanırlar. Say mahreçler yasasından bahsetmiştir.

2. İKTİSADİ RASYONALİTE YAKLAŞIMI:
Bu yaklaşım devletin, liberallerin varsayımlarında kendini bulan klasik görevlerinin dışındaki bazı faaliyetlere de katılmasını öngörmektedir. Ancak, devlet bu faaliyetlerde asli unsur değil tamamlayıcı mahiyettedir.
İktisadi rasyonalite yaklaşımı kendi içinde üç farklı şekilde tanımlanmıştır.
a)          Bu ayrımda bölünebilen ve bölünemeyen mal ayrımına bağlı olarak Samuelson tarafından ileri sürülmüş bir teoridir. Samuelson’ a göre, devlet piyasada üretilmesi mümkün olmayan mal ve hizmetleri üretmelidir. Yazara göre özellikle devlet kamusal mal ve yarı kamusal malları üretmelidir. Yarı kamusal mallar sadece piyasaya bırakılırsa eksiklik.
 b)         İktisadi rasyonalite yaklaşımlarından biri de her ne kadar klasikler tam rekabet koşullarında piyasa varsayımına sahip olsalar bile Cournot ve Chamberlin gibi iktisatçılar eksik rekabet piyasalarının oluşabileceğini ileri sürmüşlerdir. Bu durumda devlet eksik rekabetin oluştuğu sektör ve iş alanlarını müdahele ederek oradaki eksik rekabet durumunu tam rekabete doğru çekmelidir. Ancak rekabet sağlandıktan sonra devlet üretime devam etmemelidir. Çünkü devlet burada da asli unsur değil tamamlayıcı unsurdur.
 c)        İktisadi rasyonalite yaklaşımının üçüncü yaklaşımı ise maliyet mukayesesidir. Maliyet mukayesesi yaklaşımı H. Brochier ve Tabatoni tarafından ileri sürülmüştür. Bu yazarların Türkçeye de çevrilmiş ;”Maliye İlmi” başlıklı kitapları da vardır. Bu yaklaşıma göre toplumun ihtiyacı olan tüm mal ve hizmetleri listelenmeli devlet veya özel sektör hangisi daha ucuza üretebilecekse üretim o alana bırakılmalıdır. Zaten bazı hizmetlerin devamlı özel sektör tarafından, bazı hizmetlerin de devamlı kamu sektörü tarafından üretilmesi gerektiği bellidir. Arada kalan bazı hizmetlerde bazen kamu bazen de özel sektör maliyet avantajına sahip olabilir.

3. MUSGRAVE YAKLAŞIMI:
R.A Musgrave, bütçe politikası vasıtası ile devlet faaliyetlerinin hangi alanlarda ve hangi amaçlarla sürdürülmesi gerekeceğine dair yeni bir yaklaşım getirmiştir. Bu yeni görüşün temelde hareket noktası kamu fonlarının etkin kullanımıdır. Etkinlik kavramından da anlaşılabileceği gibi Musgrave de devletin müdahaleci fonksiyonlarının olmasını savunur. Yazara göre, devlet geleneksel hizmetlerin dışında şu nedenlerden dolayı faaliyette bulunmalıdır.
i)          Sadece fiyat mekanizması ile optimum kaynak dağılımı gerçekleşmez. Çünkü, milli savunma ve benzeri toplumsal ihtiyaçların piyasadan karşılanması mümkün değildir.
ii)         Piyasa tek başına adil gelir dağılımını sağlayamaz ondan dolayı devlet gelir ve onun türevi olan servet dağılımını iyileştirmek için müdahalede bulunmalıdır. Bu bağlamda devlet düşük gelirlileri desteklemelidir.
iii)        Devlet kalkınma ve büyüme için üzerine düşen vazifeleri ifa etmelidir.

4. MÜDAHALECİ DEVLET YAKLAŞIMI

Keynes’in düşünceleri doğrultusunda oluşmuş bir yaklaşımdır, devletin ekonomiye müdahalesini öngörür. Ama Keynes’ten önce de iktisadi düşünceler tarihinde müdahaleciliği savunan yaklaşımlar olmuştur.
Bu yaklaşıma göre devlet şu amaçlarla ekonomiye müdahale etmelidir.
i)          Devlet ekonomik istikrarı sağlamalıdır. Ekonomi tam istihdam ve fiyat istikrarına sahip ise istikrardan söz edilebilir.
ii)         Devlet gelir ve servet dağılımında adaleti sağlamalıdır.
iii)        Devlet ekonomik kalkınma ve büyümeye katkı yapmalıdır.
Bu yaklaşımda mülkiyet tümden devlete aittir. Tek müteşebbis vardır, o da devlettir. O nedenle üretim merkezi planlama ile devlet tarafından yapıları. Dağıtım da benzer şekilde devlet tarafından yapılır. İnsanların tümü devletin işcisidir. İktisatta konuştuğumuz dört temel üretim faktörleri bu sistemde devlet ve işci olmak üzere ikiye inmiştir. Ekonomide dinamizmin yakalanması bu sistemde zordur.


Devlet konusu ele alındığında günümüzde iki farklı temel yaklaşım olduğu görülmektedir.

Bunlardan birisi mekanik devlet yaklaşımı diğeri de organik devlet yaklaşımıdır.

Organik devlet yaklaşımına göre toplum, insan organizması gibi düşünülmektedir. Devlet bu organizmanın kalbi, bireyler ise parçasıdır. Birey ancak toplumun bir parçası olmakla önem kazanır. Bu görüşe göre toplumun, bireyin üzerinde olduğuna vurgu yapılır. Nasyonel Sosyalistlerin devlet anlayışı organik devlet görüşüne uyan bir örnektir. Nazizmde toplumdan ayrı bireysel bir dünya kabul edilmediği gibi, günlük hayatın her faaliyeti, ancak ve ancak, topluma hizmet ediyorsa bir önemi vardır.
Toplumun amacı devlet tarafından saptandığı gibi, devlet toplumu bu amaç istikametinde yönlendirir. Bu açıdan her toplumun kendine göre izlemesi gereken hedefleri birbirinden farklı olacaktır. Platon'a göre devletin amacı, insan faaliyetlerinin her yönüyle rasyonel bir şekilde idare edildiği bir 'altın çağı' yakalamaktır. Hitler'e göre devletin amacı, ırkın arılığının sağlandığı bir toplum oluşturmaktır. Lenin'e göre ise proleter devletin amacı, tüm insanlığın sosyalizme ulaşması için çalışan ve sömürülen insanlara önderlik yapmaktır.

Mekanik yaklaşımda Devlet halkın iyiliği için oluşturulduğu düşünüldüğünden, iyilik kavramının nasıl tanımlanacağı gündeme gelmektedir. Buradaki iyilik kavramının açıklanabilmesi için genel ilke, eğer devlet bireyleri şiddetten koruyorsa bu durum onların yararına hizmet ediyordur. Yoksa devlete sosyal ve ekonomik görevler yüklemek bireysel özgürlüğü kısıtlar. Devletin bireylerin şiddetinden korunması için güvenlik hizmetlerini vermemesini düşünmek toplumda anarşinin olmasına razı olmak demektir. Özel orduların çokça bulunduğu Lübnan ve K. İrlanda gibi ülkelerdeki hadiseler bu görüşü doğrular niteliktedir
Demokratik yaklaşımlardan olan mekanik yaklaşım, devletin ekonomik işlevleri açısından minimal devlet, muhafazakar devlet ve sosyal demokrat devlet olarak incelenecektir.

1. MİNİMAL DEVLET VEYA LİBERAL DEVLET YAKLAŞIMI
Minimal devlet anlayışını ilk formüle eden A. SMİTH devletin üç temel fonksiyonunun olduğunu belirtir.
*Birincisi toplum ve bireylerin dışarıdan gelecek zorbalıklardan korunması için gerekli olan milli savunma hizmetleridir.
*İkincisi bireyin diğer bireylerden gelebilecek zorbalıklardan korunabilmesi için polis ve adalet hizmetlerinin sunulması.
*Üçüncüsü ise piyasa ekonomisinin alt yapısının kurulup işletilmesi için gerekli bayındırlık hizmetleri. Klasik
Liberalizmin altın çağını yaşadığı 19. Yüzyıl boyunca ve 1. Dünya Savaşı’na kadar çeşitli ülkelerde devletin ekonomik olarak büyüklüğü GSMH’nın %10’nu aşmamıştır

2. MUHAFAZAKAR DEVLET YAKLAŞIMI
Muhafazakar devlet yaklaşımının piyasa ekonomisine bakışı Liberallere yakındır. Ama temelde Muhafazakarları Liberallerden ayıran bazı hususlar vardır ki bunlar, devlete veya ilahi kudrete itaat fikri, hayır amacıyla da olsa dayanışma düşüncesi, piyasa ekonomisine karşı geçmişten gelmiş olsa bile bir ‘adil fiyat’ eğilimi vardır. Ayrıca Muhafazakarlarda istikrar adına da olsa geleneğe ve mevcut kurumlara sahip çıkma gayreti mevcuttur.

KEYNES’in iki dünya savaşı arasında piyasa ekonomisinden taviz verdiği ve tam istihdam için devlet müdahalesini gerekli gördüğü dönemde muhafazakar partilerin de devletin piyasa ekonomisine tahsis, ekonomik istikrar ve bölüşüm amaçları ile gönülsüz de olsa müdahalesini kabullendiğini görmekteyiz. Zaten Muhafazakar Partiler cemaatlerden yola çıkmış oldukları için, kendi cemaatleri ile ve genel anlamda Kilise ile ilişkilerini sürdürürler

3. SOSYAL DEMOKRAT DEVLET YAKLAŞIMI
Sosyal Demokratlar, bireylerin özgürlüklerinin maddi temelini gelir dağılımından aldıkları paya dayandırırlar. Bu nedenle bölüşüm için piyasa ekonomisine müdahaleyi zorunlu görürler . Çünkü Sosyal demokratlar bireylerin mutluluğu için ileri derecede devletin müdahalesine inanmışlardır. Sosyal Demokratlarca savunulan devlet müdahalesi çok değişik alanları içine almaktadır. Bu müdahaleler işyeri güvenliği regülasyonları, taban fiyatları, asgari ücret, sağlığın ve eğitimin sosyalizasyonu, işsizlik ve yoksulluk yardımları, devlet konutları gibi konulara kadar yayılmaktadır. Ama devlet müdahalesi bireysel özgürlüğü kısıtlar eleştirisine karşı sosyal demokratlar, özgürlük fiziksel zorun bulunmamasından çok daha ilerisini talep eder demektedirler. Şöyle ki, dar gelirli bir insan gelirini istediği gibi harcasa bile özgürlüğünün hacmi oldukça sınırlıdır. Sonuç olarak sosyal demokratlar, tam istihdam için devletin müdahalesini gerekli görmekte, sosyal refah devletini benimsemekte hatta geçmişte KİT’lerin varlığını ve planlamayı savunmakta idiler

KAMU EKONOMİSİ VE KAMU MALİYESİ KAVRAMI

1950 öncesi dönemde kamu maliyesi denince devletin klasik görevlerini yerine getirirken yapmış olduğu faaliyetler ve bunların gelir gider dengesinin incelenmesi anlaşılırdı. Yine 1950 öncesinde kamu ekonomisi denince devletin yeni gelişen ekonomik ve sosyal alana müdahalede kullandığı kurum ve kuruluşlarının gelir gider analizi anlaşılmaktaydı. 1950 sonrası ve günümüzde kamu maliyesi ve kamu ekonomisi aynı anlamda ve her birisi ikisini kapsayacak şekilde anlaşılmaktadır. Kamu ekonomisini Dar ve Geniş anlamda olmak üzere ikiye ayırabiliriz. Dar anlamda kamu ekonomisi (sektörü), merkezi idarî kuruluşları kapsar. Geniş anlamda kamu sektörü, merkezi idare, mahalli idare kuruluşları, parafiskal kuruluşlar ve kamu girişimlerini kapsamaktadır.
 Kamu ekonomisinin bir ekonomi içindeki büyüklüğünü ölçerken KAMU HARCAMALARI/MİLLİ GELİR yöntemi kullanılmaktadır.


a- Kamu sektörünün temel amacı kamu hizmetlerinin ifasıdır. Bundan dolayı her işte kamu sektöründe kârlılık ve maliyet unsuru gözetilmez. Özel sektörde temel amaç kar olmak zorundadır. Çünkü özel sektör bütçe kısıtı içerisindedir. Kar elde edemezse hayatiyetini sürdüremez.

b-Kamu sektöründe vergilerde olduğu gibi cebri finansman söz konusudur. Özel sektör ise ürettiği mal ve hizmetleri, halka, halkın rızası ile satarak finanse etmektedir ve bundan dolayı burada gönüllü finansman yöntemi geçerlidir.

c- Özel sektör kuruluşlarının her hangi birini ele aldığımız zaman kamu sektörü özel sektör kuruluşlarından her zaman büyüktür.

c- Kamu ekonomisinde gelirler giderlere göre ayarlanır. Özel ekonomide ise herkes ancak geliri kadar gider yapabilir.

d- Kamu sektöründeki tüm ekonomik birimleri yönlendiren hükümet olduğu için özel sektöre göre kamu sektörün ekonominin geneli üzerindeki etkisi daha büyüktür.
Yukarıda devlet faaliyetleri ile ilgili yaklaşımları ele aldık. Şimdi biraz daha maliye biliminin doğrudan konusu içine girip maliye ile ilgili yaklaşımları anlatalım.

 KAMU MALİYESİ İLE İLGİLİ YAKLAŞIMLAR
Bu konuda geleneksel yaklaşım ve günümüz modern yaklaşımları olmak üzere iki ana yaklaşım vardır.

A- GELENEKSEL (KLASİK) YAKLAŞIMLAR:

1- Kurumsal Yaklaşım
Bu yaklaşıma göre devlet faaliyetleri hukuki ve idari bakış açısına göre ele alınmaktadır. Yani kamu harcamaları dolayısı ile devlet faaliyetlerinin analizi kanun tüzük vb dayandırılarak açıklanmaktadır, verimlilik ve yerindelik pek önem arz etmemektedir.

2- Yapısal yaklaşım
Bu yaklaşım kamu faaliyetlerinin ekonomik analizinin yapılmasını öngörmektedir. Buna göre kamu faaliyetlerinin kaynak dağılımına etkisi, kamu faaliyetlerinin ekonomik etkinliği ve neden olduğu alternatif maliyetler ele alınarak devlet faaliyetleri ekonominin genel yapısı içinde değerlendirilir.

 3-Değişim Yaklaşımı
PİQOU ve DALTON tarafından geliştirilmiştir. Bu yaklaşıma göre kamu faaliyetlerinin optimum düzeyi, piyasa ekonomisindeki firma teorisinde üretim seviyesi marjinal maliyetin marjinal hasılata eşit olduğu noktada gerçekleştiği gibi burada da üretilen devlet hizmetlerinin marjinal sosyal faydasının vergilerin neden olduğu marjinal sosyal maliyete eşit olduğu nokta kamu harcamalarının, vergilerin ve devletin ekonomik hacmini oluşturur.

4- Refah Yaklaşımı
Bu yaklaşıma göre kamu maliyesi aracılığı ile toplum refahının maksimize edilmesi amaçlanmakta olup, devlet faaliyetleri ile hiç kimsenin refahında azalma olmaksızın hiç olmazsa bir kişinin refahında artma olabilmelidir.

5- Gelir Yaklaşımı
Bu yaklaşım fonksiyonel maliye ile ilgili olup her bir devlet faaliyetinin milli gelir üzerinde artırıcı ve azaltıcı etkileri ele alınmaktadır..

B-GÜNÜMÜZDEKİ (MODERN) YAKLAŞIMLAR
Yirminci asrın başında itibaren devlet ve maliye ile ilgili yeni görüşler devamlı olarak geliştirilmiştir. Yüzyılın başında Alman maliyecilerin önemli bir etkisi olsa bile gelişen zaman süreci içerisinde bir çok bilim adamı maliyeye önemli katkılar sağlamıştır. Şimdi bunları ele alalım..

1- Hukuki Yaklaşım
Bu yaklaşıma göre devlet faaliyetlerinin odak noktasını hukuk ve kuramsal düzenlemeler oluşturmaktadır. Yani yasalar gözlüğü ile devlet faaliyetlerinin analizinin yapılmasıdır. Bir anlamda geleneksel yaklaşımlardaki kuramsal yaklaşımın günümüzdeki iz düşümüdür.

2- İktisadi Yaklaşım
Bu yaklaşımda devletin ekonomik maliyeti yani vergi ve benzeri nitelikteki mali yük uygulamaları ve borçlanma aracılığıyla yarattığı ekonomik etkileri ön planda tutulmaktadır. Buradan hareketle kısadan geleneksel yaklaşımdaki yapısal, değişim, refah ve gelir yaklaşımlarının hepsinin izdüşümüdür.

3- Siyasal Yaklaşım
Bu yaklaşım daha çok BUCHANAN’ın ismi ile bilinir. Ama HAYEK VE TULLOCK gibi iktisatçılarda bu yaklaşıma önemli katkılarda bulunmuşlardır. Buhanan’ın teorisi Kamu Tercihi(Public Choice) ismini taşımaktadır. Bu teoriye göre siyasi iktidarın merkezi olan yasama organı ile ekonomik iktidarın merkezi olan piyasa birbirlerinin işlerine karışmamalıdır. Gerçek güçler ayrılığı ancak bu şekilde sağlanır. Bunun sağlanabilmesi için yasama organın ekonomik konulardaki karar alma yetkisi anayasa ile sınırlandırılmalıdır. Böylelikle yasama organına hakim olan siyasi iktidar yasama sürecini popülizme alet edemeyecektir, diğer taraftan piyasa güçleri meclisin işlerine karışamayacaktır.

4- Psikolojik ve Sosyolojik Yaklaşım
İktisat ve maliye politikaları uygulanırken, ülkelerin psikolojik ve sosyolojik yapılarına adapte etmek için gerekli değişiklikler yapılarak uygulanmalıdır.

KAMU EKONOMİSİNDE ÜRETİLEN MAL VE HİZMETLER

1-       Toplumsal (Kamusal) Mal ve Hizmetler
2-        Yarı toplumsal (Yarı kamusal) Mal ve Hizmetler
3-        Özel Mal ve Hizmetler
4-        Erdemli Mal ve Hizmetler
5-        Klüp mal ve hizmetler

Şimdi de kamu ekonomisinde üretilen mal ve hizmetlerin özelliklerini anlatalım.

1. TOPLUMSAL (KAMUSAL) MAL VE HİZMETLER

İnsan sosyal bir varlık olduğu için tarihin seyri içinde olduğu gibi günümüzde de topluluk halinde yaşanmaktadır. Birlikte yaşamanın getirdiği herkese fayda sağlayan yerine getirilmediği zaman herkese zarar veren ihtiyaçlar vardır. Bu tür ihtiyaçlara toplumsal(sosyal, kamusal, kolletif, bölünmez) ihtiyaçlar denmektedir. Bu ihtiyaçları karşılamaya yönelik mal ve hizmetlere benzer şekilde toplumsal ya da kamusal mal ve hizmet denilmektedir. Bu tür mal ve hizmetlerin faydası bölünemez ve dışlama olgusu yoktur. Örneğin vergi vermeyen savunma hizmetlerinden yararlanmasın denilemez. Denilse bile uygulama imkanı yoktur. Kollektif mal ve hizmet de denen bu malların üretim kararları siyasi süreç ile verilir, bütçe mekanizması ile hayatiyete geçirilir.
Bu tür mal ve hizmetlerin özelliklerini şöyle sıralayabiliriz:
a) Ortaya çıkan fayda, toplum bireyleri arasında bölünemez.
b) Sadece devlet tarafından üretilir. Yani piyasa konusu olamaz. Savunma piyasa aktörlerine bırakılmaz. Kurtuluş savaşında bile düzenli ordu kurmak birinci öncelik olmuştur.
c) Kamusal mal ve hizmetlerin üretimi ile ilgili kararlar, oy mekanizması ile yani siyasal süreç ile alınır.
d) Bu mallarda birlikte tüketim söz konusu olduğu için faydadan kimse mahrum bırakılamaz.
e) Bu mal ve hizmetler fiyatlandırılamaz. Çünkü bölünemez mal ve hizmettir. Bu mal ve hizmetlerin fiyatı nedir dendiği zaman maliyetleri hangi yöntemle sağlanır anlamına gelir. Bu mallar cebri finansman yönteme olan vergiler ile finanse edilir.
d) Kamusal nitelikteki ihtiyaçları karşılamaya yöneliktir. Bunlar savunma, güvenlik, diplomasi, temel alt yapı gibi ihtiyaçlardır.
e) Tüketimde bireylerin arasında rekabet yoktur. Çünkü ortada paylaşacak bir durum yoktur. Faydada bölünemezlik söz konusudur.
f) Bu tür mal ve hizmetler dışsal ekonomiler oluştururlar.
Kollektif mal ve hizmetlere örnek olarak, Milli Savunma Hizmetleri, Adalet Hizmetleri, Zorunlu İlköğretim Hizmetlerini, temel alt yapı hizmetlerini verebiliriz.

2. YARI TOPLUMSAL (YARI KAMUSAL) MAL VE HİZMETLER
Direkt tüketene özel mal ve hizmet gibi topluma da kamusal mal ve hizmet gibi fayda sağlayan mal ve hizmetlere yarı kamusal mal ve hizmet denir. Bu mal ve hizmetlerin faydası bölünebilir. Hem özel sektör tarafından üretilebilir hem de devlet tarafından üretilebilir. Bazı devletler bu hizmetleri bedava sunarken bazıları kısmen para veya bazıları para ile sunmaktadır. Bunlara örnek olarak eğitim,sağlık parklar, otoyolları verebiliriz . Verdiğimiz örnekleri tanımla ilişkilendirecek olursak; eğitim hizmet alan kendine özel fayda sağladığı gibi topluma da dışsal fayda oluşturur. Sağlık beşeri sermayeye yatırımdır. Park gibi ortak kullanıma sunulan hizmetlerde hem özel fayda hem de kamusal fayda (dışsallıklar) birlikte gerçekleşmektedir..



Optimum Hizmet Alanı

Bölgesel sosyal malve hizmetler için faydalanmayı sınırlayan etmen, hizmetin dağıldığı alanın genişliğidir. Yapılan teorik çalışmalarda her hizmetin görülebileceği optimum yönetim alanı belirlenmeye çalışılmaktadır.

Tiebout modeli, optimal yerinden yönetim ile ilgili çalışmalardan üzerinde en çok durulan ve varsayımları ile de çok tartışılan bir modeldir. Tiebout mali sistem modelinin temeldeki dayanağı, yerel nitelikteki sosyal mallara olan tercihin açıklanması ve yerel nitelikteki sosyal malların etkin sunumunun saglanmasıdır.

Tiebout modelinin dayandığı varsayımlar şunlardır;

i. Kişiler, yerel vergiler, gelir ve harcama yapıları hakkında her türlü bilgiye sahiptir,

ii.
Tüketicilerin aralarında seçim yapabileceği çok sayıda topluluk vardır ve bu topluluklar arasındaki göçlerin bireylere maliyeti yoktur. Tüketiciler ortaya koydukları tüketim tercihlerini en iyi tatmin eden topluluğa taşınabilirler. Diğer bir deyişle etkin bir kamu hizmetinin sunumu, aynı türde kamusal mal tercihleri olan bireylerin belli yönetim bölgelerinde toplanmalarını gerektirir. Bu husus, bireylerin tercihlerine uygun çevreyi aramaları için bölgelerarasında hareket edebilme eğiliminden kaynaklanır. Bu "dolaşarak oylama" veya "ayakları ile oy verme" (voting with your feet) süreci yoluyla, bireyler sosyal mallar konusunda belli tercih kümelerine sahip bireylerin yaşadığı yönetim birimlerini arayıp bulacaklardır,

iii. Kamu hizmetlerinin hiçbirisi dışsallıklara sahip değildir,

iv.
Topluluklara sunulan her hizmete karşılık gelen optimal bir topluluk büyüklüğü (optimal community size) vardır. Bu optimum, firmaların ortalama maliyet eğrilerine benzer şekilde, her hizmet demetinin üretilebildiği en düşük ortalama maliyet ile belirlenmektedir,

v. Optimum büyüklüğün altında kalan yerleşim birimleri yeni sakinleri kendi birimlerine çekmek isterlerken, optimum büyüklüğün üzerinde kalanlar ise tam tersini yapacaklardır.

Tiebout dengesinde bu eş tercihli toplulukların büyüklüğünün sınırlarını kalabalıklaşma maliyeti belirlemektedir. " Belli bir bölgede topluma bölünmez nitelikte bir kamu hizmetinin sunulduğunu ve bu hizmetim maliyetinin sabit olduğunu varsayalım. Bu durumda her ilave nüfus, kişi başına ve ortalama marjinal maliyetin düşmesine sebep olacaktır. Buna karşılık nüfusun sayısı arttıkça, bu artış sunulan hizmetin kalitesini düşerecektir. Kalabalıklaşma maliyeti olarak isimlendirilen bu durum aslında bir negatif dışsallıktır"  Diğer bir ifadeyle, topluluk sınırı, marjinal maliyet tasarrufunun, marjinal bölge sakinlerinin ortaya çıkaracağı marjinal kalabalıklaşma maliyetine eşit olduğu noktaya kadar genişleyecektir. Dolayısıyla her yönetim bölgesinin büyüklüğü, kamu hizmetlerinin en düşük ortalama kalabalıklaşma maliyeti artı vergi maliyetleri noktasına göre belirlenecektir

Tiebout, böyle bir mekanizmanın daha çok kırsal tipi yerleşmelerde mümkün olacağını söylerken R.Musgrave  alanlar içerisinde de yer seçimi kararlarının, bu kararları etkileyen diğer faktörlerin aşağı yukarı aynı olması durumunda uygulanabilir olacağını belirtmektedir. Zadrow, hipotezin homojen küçük bölgelerde faydalı olmakla birlikte, yerinden yönetilen mali sistemin sosyal malların arzında etkinliği sağlamada yardımcı olmasına rağmen gerçeği tam olarak yansıtmadığı da düşünülmelidir şeklinde bir yorumda bulunmaktadır

Hughes, Tiebout etkisinin yerinden yönetim sonucu refah kazancını arttırdığını ileri sürer. Hanehalkının yerleşim birimleri arasında akışkanlığı, yerel yönetimlerden istenen hizmetleri ile yerel yönetim politikalarını etkilemekte ve farklı bölgelerde de olsa benzer istekler oluşmaktadır. Bu da benzer isteklerin giderek homojenlik kazanmasına neden olur diyerek Tiebout modeline destek vermektedir

Aaronson ve Schwartz (1973) ile Aaronson (1974) çalışmalarında Amerika ve İngiltere'de yarı kamusal mallar ve vergi oranlarının nüfusun yönetim birimleri arasında dağılımını etkilediğini ve yerleşim birimleri arasındaki akışkanlık üzerinde etkili olduğunu belirtmektedir.
 Tiebout modelinde, kişi başına gelirlerin eşit olduğu, devletin yeniden gelir dağılımı fonksiyonunu yerine getirmediği ve devletin ister merkezi ister yerel düzeyde olsun, fonksiyonun yalnızca kaynak dağılımına ilişkin olduğu varsayılmaktadır.

Tiebout modeli gerçekçi olmayan varsayımlar yapmakta ve devletin fonksiyonlarını oldukça sınırlı bir şekilde ele almaktadır.Devlet fonksiyonlarının geleneksel kaynak dağılımı gelir bölüşümü ve istikrar amaçlarını içerecek şekilde genişletilmesi gözardı edilmektedir

Modeli önemli hale getiren, varsayımlar ve önermelerden daha çok, neo-klasik yaklaşımın bireysel tercihlerden yola çıkan kamu malı tahsisine uygun bir yerinden yönetim çözümü önermesidir. Modelin varsayımları yoğun bir şekilde eleştirilmiştir. Stiglitz (1977), Scotchmer (1985), Bewley (1979) ve (1981), Epple ve Zelenitz (1981), Helpman (1988), Qates (1969), Gronberg (1979) Tiebout modeli çerçevesinde pek çok amprik çalışma yapmışlardır. Bu çalışmalarda Tiebout tipi modelin denge koşullarını sağlamadığını, sağladığı durumlarda ise etkin olmadığını ileri sürmüşlerdir
G.F.Break bu konuyu belli bir sistematik yapı içerisinde ele alarak yerel hizmet programlarını üç temel ölçüte göre çözümlemeye çalışmakta, bunların yürütülmesi ile denetlenmesi aşamalarında yerellik ve bölgesellik boyutlarını açıklamaya çalışmaktadır . 

Break'in üçe indirgediği ölçütler sırasıyla şunlardır:
 
i. Hizmetlerde ölçek ekonomileri
ii. Hizmetlerin yararlarının dışa taşması
iii. Siyasal katılıma yatkınlık

Bu çözümlemede, ekonomik içerikli ölçütlerin uygulanmasında bir dizi sorun vardır. Bir yerel yönetim biriminin ürettiği belli bir hizmetin toplumsal faydasından ne kadarının diğer bir yerel yönetim birimi tarafından kullanıldığının saptanması her zaman olası değildir. Aynı şekilde bir temel hizmetin sunumu bir dizi alt işlevleri de içerdiğinden her bir alt hizmetin diğer topluluklara taşan yararının saptanması güçtür. Benzer bir güçlük çevre yönetimlerin faaliyetlerinden bu yönetime yansıyan toplumsal maliyetlerin ve dışşallıkların ölçülebilmesinde de söz konusudur. Çünkü fayda veya maliyetlerin tamamı ile ortadan kaldırılması oldukça güçtür. Yerel yönetimlerce görülen hizmetlerden hangilerinin yerel ölçekte, hangilerinin bölgesel ölçekte sunulması konusundaki diğer bir zorlukta bu hizmetlerin homojen olmayıp bir dizi alt hizmetleri ve uzmanlıkları içermesidir

Yerel ve bölgesel yönetimlerde her bir yerleşim birimi için optimal büyüklüğü belirleyecek tek bir yanıt bulmak güç görünmektedir. Ülkenin ya da bölgenin ekonomik gelişmişlik ölçütü, coğrafi özellikleri, ülkede var olan yerinden yönetim sisteminin şekli ve merkezi idare ile ilişkisi, toplumun siyasi karar alma sürecine katılımı ve kararların uygulama sürecindeki duyarlılığı, değişik yerel yönetim birimlerinin mali, idari ve teknik konulardaki farklı yapıları ve daha da önemlisi ülke düzeyindeki makro politikalar ile gösterdiği iç içelik gibi nedenler optimal büyüklüğün sağlıklı tesbiti önündeki ciddi engeller olarak görünmektedir.

3. ÖZEL MAL VE HİZMETLER
Bu tür mal ve hizmetler özel sektörde üretilebildiği gibi kamu sektöründe de üretilebilir. Özel sektörde üretildiği zaman zaten para ile piyasaya sunulur. Kamu sektörü de bu mal ve hizmetleri para ile sunmaktadır.
Özel mal ve hizmetlerin özellikleri:
a)        Bedel ödenmeden bu mal ve hizmetlerden yararlanma imkanı yoktur.
b)        Faydaları toplumdaki bireyler arasında bölünebilir.
c)         Tüketimle sona erer.
d)        Doğrudan bireysel ihtiyaçları karşılamaya yöneliktir.
Örneğin, gıda maddeleri, elektrik, su, evlere telefon hizmetinin sunumu özel mal ve hizmetlerdir.

4. ERDEMLİ MAL VE HİZMETLER

Toplumun belli bir kesimine devletin erdem içerikli özel mal ve hizmet sunmasıdır. Örneğin; fakirlere yapılan yardımlar, yaşlılara yapılan yardımlar, öğrenci bursları, çiftçi yardımları vb. bu tür mal ve hizmetin fiyatlandırılması vergiler ile olur.

5. Klüp mal ve hizmetler
Sınırlı sayıdaki üyelerine mal ve hizmet sunan dernek, vakıf, klüp, kooperatifler gibi kuruluşların üyelerine yönelik olarak sunmuş oldukları mal ve hizmetlerdir. Az sayıda benzer zevklere sahip kişilerin oluşturdukları, gönüllü kuruluşlar tarafından sunulan mal ve hizmetlerdir.
Örnek olarak, tenis, golf klüpleri, su sporları klüpleri, tüketim, üretim yapı kooperatiflerinin üyelerine ucuz mal ve hizmet tedarik etmesi verilebilir.

 KAMU EKONOMİSİNDE KARAR ALMA VE OYLAMA YÖNTEMLERİ

Ekonominin işleyişi iki farklı süreç içerisinde gerçekleşmektedir. Her iki kesimde üretilen malların arz ve talebinin belirlenmesinde farklı nitelikler taşımaktadır.
Piyasa ekonomisinde arz ve talebi düzenleyen fiyat mekanizmasıdır. Bir ekonomide üreticiler, hangi mal ve hizmetleri ve ne miktarda üreteceklerini, kişisel taleplerin toplamını dikkate alarak kendileri belirler. Kamu ekonomisinde ise kamusal arz ve talebin fiyat mekanizması (fiyat süreci) aracılığıyla belirlenmesi söz konusu olamamaktadır. Çünkü kamusal malların temel özelliklerinden dolayı (bölünmezlik ve pazarlanmazlık) bireyler bu mallara olan tercihlerini çoğunlukla açıklamak istemezler.Çünkü bireyler tercihlerini açıklamasalar da kamusal ve hizmetlerden yararlanacaklarını bilmektedirler. Kamu kesiminde bu durum “Bedavacılık sorunu(free rider)” olarak adlandırılmaktadır.
Kamu ekonomisinde üretilecek malların neler olacağı ve ne miktarda üretileceği vb sorunlar fiyat sürecinden farklı bir “siyasal süreç” aracılığıyla yapılır.
Demokratik sistemlerde siyasal süreç başlıca 4 unsurdan oluşur.
TEMSİLİ DEMOKRASİ
SEÇMENLER
SİYASAL PARTİLER
BÜROKRASİ
ÇIKAR GRUPLARI

OYLAMA YÖNTEMLERİ
OYBİRLİĞİ KURALI
OYÇOKLUĞU(ÇOĞUNLUK) KURALI
PUANLI OYLAMA KURALI
NOKTA OYLAMASI KURALI
BORDA KURALI
OY TİCARETİ
DOWNS MODELİ
ROMER-ROSENTHAL MODELİ

1. OY BİRLİĞİ KURALI
İsveçli iktisatçı KNUT WİCKSELL kamu ekonomisinde pareto optimumun sağlanabilmesi için (Pareto optimumuna göre, toplumdaki bireylerden birinin refahını azaltmadan, diğer bireylerin refahlarını artırmak mümkün değilse toplumun refahı optimumdur.) siyasal karar alma sürecinde oy birliği ilkesinin geçerli olması gerektiğini ortaya atmıştır.
Kamusal kararlar alınırken bireysel tercihleri bağdaştırmada kullanılan en adil oylama yöntemi oybirliğidir.
Kamusal kararların alınmasında oybirliği ilkesinin uygulanması durumunda, tüm bireylerin tercihlerinin aynı olması gerekir. Diğer bir ifade ile oylamaya katılanlar arasında tam bir görüş birliği sağlanmalıdır .Buna “mutlak oy birliği kuralı” denir.
Oybirliği kuralının en önemli avantajı, diğer oylama yöntemlerinde ortaya çıkan azınlık tercihlerinin toplumsal tercihe yansımasına engelleme olayının söz konusunun olmamasıdır. Ancak bu yöntemde tek bir kişinin bile karara muhalefeti kararın alınmasını engellemektedir. Bu sebeplerle oybirliği ilkesini pratikte uygulama imkanı pek fazla bulunmamaktadır.
Oybirliği kuralı başlıca şu nedenlerden dolayı uygulanabilir bir oylama yöntemi değildir
1. Oybirliğine ulaşmanın maliyeti yüksektir. Bu bakımdan seçmenler oybirliğinden başka bir oylama kuralına tercih edecektir.
2. Oybirliği kuralı uygulandığı takdirde, bunun sonuçları bireyler arasında farklı olacaktır. Bireyler anlaşmaya ulaşmadaki eğilimlerinden vazgeçeceklerdir.
3. Oybirliğine ulaşmayı hedef alan bir karar verme yöntemi istikrarlı olamayacaktır. Oybirliği kuralının benimsenmesi halinde durumlarını iyileştiremeyeceklerini düşünen bazı kimseler ile demokrasiden yana olmayan kimseler oybirliği ile anlaşmaya ulaşılmasına engel olacaklardır.
KNUT WİCKSELL mutlak oybirliğinin uygulanabilirliğinin zayıflığı sebebiyle oylamada nisbi oybirliği kuralının uygulanmasını önermiştir. Buna göre oylamada toplam oyların ¾, 5/6 yada 9/10 u biçiminde bir sonuç çıkarsa bu durumda nisbi oybirliği ilkesine uygun olarak karar almak imkan dahilinde olur.

2. OY  ÇOKLUĞU (ÇOĞUNLUK) KURALI
Günümüz demokrasilerinde en yaygın oylama yöntemi oyçokluğu(çoğunluk) yöntemidir. Oylamaya katılan bireylerin yarısından bir fazlasının oyunun alınması gereklidir. Buna basit çoğunluk kuralı adı verilmektedir.
İkinci ve yaygın bir kuralda, mutlak çoğunluk kuralıdır. Mutlak çoğunluk kuralında tüm seçeneklerin ortaya konması, her seçmenin tek oyunun olması ve seçmenlerin oylarını birinci tercihlerine göre kullanmaları söz konusu olmaktadır. Ancak kazanabilmek için bir seçeneğin mutlak çoğunluğu elde etmesi zorunludur.
Çoğunluk kuralı aday çokluğunda, düşük bir oy oranı ile seçimi kazanma olasılığını yok etmektedir.
En yaygın model olarak kullanılsa da bu kuralın etkin şekilde uygulanmasının önünde bir takım engeller söz konusudur.
} KENNETH ARROW çoğunluk kuralının uygulanması halinde tutarlı ve rasyonel kamusal kararların alınamayacağını söylemektedir. Bu durum  ARROW PARADOKSU olarak tanımlanmaktadır.Diğer bir ifade ile Arrow Paradoksu(Arrow çıkmazı) çoğunluk kuralı uygulaması halinde bireysel tercih sıralamasından toplumsal tercihlere ulaşılamayacağını ifade etmektedir.
} Arrow’a göre oylamaya katılan bireyleri tercih sıralamasında uzlaşmaları mümkün değildir.Bu duruma “Çok zirveli bir tercih sıralaması “ adı verilir.

İngiliz İktisatçı BLACK yaptığı çalışmada tüm bireysel tercihler tek zirve çıkacak şekilde sıralandığı takdirde, çoğunluk ilkesinin sonucunun daima gruptaki ortalama seçmenin tercihlerine karşılık geleceğini belirtmiştir. Ortanca seçmen grubunun tercihleri toplumsal tercihlerin bir yansıması şeklindedir.

3.         PUANLI OYLAMA KURALI 
Puanlı oylama yönteminde her ferdin belirli bir puanı(oyu) vardır. Bu puanı bireyler çeşitli alternatif tercihler arasında istedikleri şekilde kullanabilmektedirler. Ancak fertlerin her alternatif tercihe mutlak puan vermeleri zorunluluğu vardır. Oylama sonucunda en fazla puanı alan alternatif kazanmış olur.

4.         NOKTA UYGULAMASI KURALI
Nokta oylaması esasen puanlı oylama yöntemine benzeyen bir yöntemdir. Bu oylamada her bireyin belirli bir puanı vardır ve bireyler sahip oldukları puanlarını alternatif politikalar arasında dağıtırlar. Fakat puanlı oylamadan farklı olarak bireylerin alternatif politikalara hiç puan vermemeleri imkanı söz konusu olabilmektedir. İlave olarak bu yöntemde tercihlerin ağırlığını ve önemini daha da belirgin kılmak için toplam oy sayısı, puanlı oylama yöntemine göre oldukça fazladır.

5. BORDA KURALI 
} Bu kural JEAN-CHARLES DE BORDA tarafından ortaya atıldığından kendi adıyla anılmaktadır. Bu kurala göre seçmenin tercih sıralamasında m tane önerinin her birine 1’den m’e kadar puanlar verilmektedir. Daha sonra bütün seçmenlerin her bir öneri için verdikleri puanlar toplanmakta ve en yüksek puanı alan öneri “kazanan öneri” olarak ilan edilmektedir.
} Bilindiği kadarıyla, Borda kuralı ve benzeri puanlama metotları herhangi bir halk seçiminde kullanılmamıştır, fakat birçok özel kuruluşta bu yöntemden yararlanılmıştır

6.         TARAF TUTMA MODELİ
Koalisyon hükümetlerinin nasıl karar aldıklarını açıklamasına katkı sağlayan bir yöntemdir. Günümüzde pek çok ülkede siyasi partiler parlamentolarda tek başlarına çoğunluğu sağlayamadıklarından siyasal kararlar çoğu kez azınlık hükümetleri tarafından alınmaktadır. Bu durumda, kararlar alınırken, azınlık tercihleri çoğunluk tercihlerine üstün tutulur gibi bir hal ortaya çıkmaktadır. Ancak, bu durumda kararların alınması için, çoğunluğu sağlayacak bir şekilde azınlık hükümetinin meclisin diğer üyelerinin desteğini alması gerekmektedir.

7.         OY TİCARETİ
Parlamentoyu oluşturan siyasi partilerin karşılıklı olarak çıkarları doğrultusunda anlaşmalarını ifade eden oy ticareti kavramı, parlamento içinde partiler arasında olabileceği gibi, seçmenler arasında, seçmenlerin karşılıklı olarak pazarlık yapmak suretiyle anlaşmaları seklinde de görülebilmektedir.

8.         DOWNS MODELİ
Bu modele göre seçmenlerin ve sorunların çok sayıda olması nedeniyle doğrudan demokrasi imkansızdır. Seçmenler gibi temsilciler de kendi faydalarını maksimize etmek isterler. Downs partilerin politikalarını politika düzenlemekten ziyade, seçimi kazanmak için politika oluşturduklarını açıklamış ve aynı varsayım genel olarak literatürde yer almıştır.

9. ROMER-ROSENTHAL MODELİ

ROMER-ROSENTHAL, seçmenlerle bürokratların birbirini etkilediği varsayımından hareketle bir model ortaya koymuşlardır. ROMER-ROSENTHAL modelinde bürokrasinin seçmenleri belli bir kuramsal ortam içinde tercih ettikleri düzeyden daha yükseğini tercih etmeye ikna edebilecekleri öne sürülmüştür. Modelde bürokratların her seçim bölgesini tanıdıkları varsayımı ile hareket edilmiştir.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder